Başakşehir Mutlu Son Hizmeti Ebru

Başakşehir Mutlu Son

Başakşehir Mutlu Son “Ralph… Koromu… şu demek oluyor ki avcılarımı gruplara böleceğim.

Ateşin hep yanmasından biz sorumlu olacağız.”

Çocuklar, yer yer alkışladılar bu yüce gönüllü davranışı. Jack,

onlara gülümsedi; sonrasında, sessiz bir şekilde dinlesinler diye,

denizkabuğunu havada salladı:

“Şimdi ateşi bırakacağız, sönsün. Zaten geceleyin kim

görecek dumanı? Canımız isteyince, gene yakarız. Alto

sesliler, bu hafta sizler bakacaksınız ateşe; gelecek hafta da

soprano sesliler…”

Toplantıdakiler, ağırbaşlı hallerle onayladılar bu sözleri.

“Denizi gözetlemek işinden de bizler görevli olacağız.

Oralarda bir gemi görürsek…”

her insanın gözü, Jack’ın kemikli kolunun işaret etmiş olduğu yöne

çevrildi.

Başakşehir Mutlu Son

“Yeşil dallar atacağız ateşe. O vakit daha çok duman

çıkar.”

Çocuklar, bir geminin minnacık biçimi sanki her an

beliriverecekmiş benzer biçimde, ufkun koyu maviliklerine baktılar

yoğun bir dikkatle.

Batıda güneş, tutuşmuş bir altın damlasıydı; gittikçe

dünyanın kenarına kayıyordu. Akşamın bitmesiyle birlikte,

aydınlıktan yoksun kalacaklarını, ısınamayacaklarını

anlayıverdiler ansızın.

Roger, denizkabuğunu aldı; kasvetli gözlerle baktı

çocuklara:

“Ben denizi gözetledim hep. Gemi filan yok. Bir ihtimal hiçbirzaman kurtaramayacaklar bizi.”

hafif bir mırıltı yükseldi; sonrasında dağılıp yok oldu. Ralph,

denizkabuğunu gene aldı:

“Daha önce de söyledim bunu; günün birinde kurtarılacağız.

Ancak, beklememiz gerek; işte bu kadar.”

Domuzcuk öfke içinde, meydan okurcasına kaptı

denizkabuğunu:

“Bunu söyleyen bendim. Toplantılar tecrübe edelim diyen de

bendim; başka şeyler söyleyen de. Fakat sonrasında sizler, bana

kapat çeneni dediniz.”

Domuzcuk’un sesi terfi etti, kendini erdemli bilip

başkalarından yakınanların sızlanmasına döndü. Çocuklar

kıpırdandılar, Domuzcuk’u susturmak için bağırıp çağırmaya

başladılar.

“ufak bir ateş istediğinizi söylediniz, sonra gittiniz bir ot

yığını benzer biçimde koskocaman bir odun yığını yapmış oldunız. Ben bir şey

söylersem…”

Domuzcuk, acı gerçekleri dile getiriyordu şimdi:

“Kes sesini diyorsunuz. Fakat Jack, Maurice ya da Simon bir

şey söyleyince…”

Domuzcuk, kıyametleri koparan çocukların içinde sözünü

kesti. Ayakta, daha ötelere, dağın düşman yamacına, odun

topladıkları yerin bulunmuş olduğu kocaman lekeye gözlerini dikti.

Sonrasında öyle garip acayip güldü ki, hepimiz sustu; Domuzcuk’un

gözlüğünün ışıldayan camlarına şaşkınlıklar içinde bakakaldı.

Çocuklar, bu tatsız şakanın ne olduğunu idrak etmek için,

Domuzcuk’un baktığı yere çevirdiler gözlerini.

“Pek güzel yanıyor sizin o küçük ateşiniz.”

Kurumuş ya da kurumak üzere olan ağaçları saran sürüngen

bitkilerin arasından, oradan buradan duman yükseliyordu.